BERCESTE VE İZAHI – 149–

BERCESTE VE İZAHI – 149–

​Birinci Beyit: Hayâlî Bey’den Aşk ve Şevk Üzerine
​İktibas
​Osmanlıca Metin:
​عشق بر شمع الهیدر بنم پروانه‌سی
شوق بر زنجیردر کوکلم آنك دیوانه‌سی

​Vezin:
​Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün

​Latin Harfleriyle:
​Aşk bir şem’-i ilâhîdir benim pervânesi
Şevk bir zincirdir gönlüm anın dîvânesi
​Hayâlî Bey

​Günümüz Türkçesiyle Açıklaması:
​Aşk ilâhî bir mum gibidir. Bense onun etrafında dönüp duran, ona âşık pervane gibiyim. Şevk bir zincir gibidir. Gönlüm ise onun delisi.

​Makale: İlâhî Aşkın Ateşi ve Şevkin Zinciri
​Divan şiirinin engin semasında parlayan yıldızlardan biri olan Hayâlî Bey, bu beyitinde aşk ve şevk mefhumlarını, tasavvufî bir derinlik ve edebi bir zarafetle tasvir etmektedir. Beyit, kâinatın ve varoluşun temelindeki en büyük hakikat olan İlâhî Aşka açılan bir pencere gibidir.
​”Aşk bir şem’-i ilâhîdir benim pervânesi” mısrası, bu pencerenin ilk kanadıdır. Burada aşk, sıradan ve beşerî bir duygu olmaktan çıkarılıp, kaynağı doğrudan doğruya Cenâb-ı Hak olan “ilâhî bir mum” (şem’-i ilâhî) olarak tavsif edilir. Mum, yapısı itibarıyla etrafını aydınlatırken kendi kendini tüketen, yandıkça ışık saçan bir varlıktır. İlâhî aşk da böyledir; âşığın benliğini, enaniyetini eritir, onu yakarak saflaştırır ve etrafına hakikat nurunu saçmasına vesile olur. Âşık, bu ilâhî mumun etrafında dönen bir “pervane”dir. Pervanenin muma olan aşkı, aklın ve mantığın ötesinde bir cezbedir. Pervane, ışığın cazibesine kapılarak ateşe atlar ve kendini feda eder. Bu, tasavvuftaki “fenâfillah” mertebesinin, yani kulun kendi varlığını Allah’ın varlığında yok etmesinin en güzel sembollerinden biridir. Âşık, maşukunun nurunda fani olmayı, O’nda bekâ bulmayı arzular. Bu, aklın değil, aşkın ve teslimiyetin yoludur.
​İkinci mısra, “Şevk bir zincirdir gönlüm anın dîvânesi”, bu derûnî manzarayı daha da derinleştirir. Vuslata duyulan şiddetli arzu olan “şevk”, bir “zincir” olarak tasvir edilir. Bu zincir, zahiren bakıldığında âşığı bağlayan, onu esir alan bir nesne gibi görünebilir. Ancak hakikatte bu, âşığın gönlünü maşuktan başkasına meyletmekten alıkoyan mukaddes bir bağdır. Bu zincir, gönlü dünya meşgalelerinden, fani sevgilerden korur ve onu sadece ilâhî vuslat hedefine kilitler. Bu zincire vurulmuş olan “gönül” ise bir “divane”dir. Yani aklın hesaplarını, dünyanın kâr-zarar mantığını bir kenara bırakmış, yalnızca şevkinin esiri olmuştur. Bu divanelik, Mecnun’un Leylâ için çöllere düşmesi gibi, aklın idrak sınırlarını aşan bir teslimiyetin ve sadakatin ifadesidir. Bu zincir, âşığın ayağına vurulmuş bir pranga değil, onu maşukuna ulaştıracak olan sadakat yularıdır.
​Hayâlî Bey, bu beyitiyle bizlere aşkın yakıcı ve aydınlatıcı yapısını, şevkin ise bu yolda istikameti muhafaza eden bağlayıcı gücünü anlatır. Aşk mumu yanmadan yol aydınlanmaz, şevk zinciri olmadan ise pervane olan gönül, istikametini kaybedebilir. Bu beyit, asırlar ötesinden bizlere, hakiki aşkın hem bir fedakârlık hem de sarsılmaz bir sadakat gerektirdiğini fısıldamaktadır.
​Özet
​Hayâlî Bey’in bu beyiti, İlâhî Aşk’ı etrafını aydınlatırken kendini tüketen bir muma, âşığı ise bu mumun etrafında dönerek kendini feda eden bir pervaneye benzetir. Vuslata duyulan şiddetli arzu olan şevk ise, âşığın gönlünü Allah’tan başkasına yönelmekten alıkoyan bir zincir olarak tasvir edilir. Bu zincire bağlı olan gönül, aklın ölçülerini aşmış bir “divane” gibi, tam bir teslimiyetle maşukuna yönelmiştir. Beyit, aşkın fedakârlık, şevkin ise sadakat ve istikamet olduğunu veciz bir şekilde ifade eder.

​İkinci Beyit: Necâtî Bey’den Mutlak Yalnızlık Üzerine
​İktibas
​Osmanlıca Metin:
​بنى آغلاك بنى كم اوستمه كلمز اوليجك
بر آوچ طوپراق آتار باد صبادن غيرى

​Vezin:
​Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün

​Latin Harfleriyle:
​Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek
Bir avuç toprak atar bâd-ı sabâdan gayrı
​Necâtî Bey

​Günümüz Türkçesiyle Açıklaması:
​Siz asıl bana ağlayın! O kadar yalnızım ki öldüğümde cenazemi kaldıracak, mezarıma gelecek kimse yok. Sabah rüzgârından başka mezarıma bir avuç toprak atacak da yok.

​Makale: Fani Dünyada Kimsesizliğin Feryadı
​Divan şiirinin sade ve samimi sesi Necâtî Bey, bu dokunaklı beyitinde insan hayatının en çıplak ve sarsıcı hakikatlerinden birini, mutlak yalnızlığı, ölüm anındaki kimsesizlik üzerinden dile getirir. Beyit, dünyevi dostlukların, kalabalıkların ve alâkaların ne denli geçici olduğunu, insanın en nihayetinde bu fani hayattan tek başına ayrılacağı gerçeğini bir feryat şeklinde yüzümüze vurur.
​”Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek” mısrası, bir şairin değil, kimsesiz bir insanın çığlığıdır. Şair, etrafındakilere seslenerek, başkalarının dertlerine değil, asıl kendi hâline ağlamaları gerektiğini söyler. Zira onun yalnızlığı o kadar derindir ki, öldüğü vakit cenazesine iştirak edecek, mezarının başına gelecek tek bir kişi dahi olmayacaktır. Bu ifade, sosyal bir varlık olan insanın en büyük korkularından birini, unutulmuşluk ve terk edilmişlik hissini en keskin şekilde tasvir eder. Hayattayken etrafında görünen kalabalıkların aslında ne kadar sahte ve vefasız olabileceğinin ibretli bir tenkididir.
​İkinci mısra, bu trajik yalnızlık tablosunu daha da dokunaklı bir hâle getirir: “Bir avuç toprak atar bâd-ı sabâdan gayrı”. Bu mısra, şairin yalnızlığının boyutunu cihan şümul bir seviyeye taşır. Onun mezarına bir avuç toprak atacak olanlar, insanlar değil, tabiatın kendisidir. Sadece ve sadece seher vakti esen latif “sabah rüzgârı” (bâd-ı sabâ), vefalı bir dost gibi gelip onun mezarının üzerine bir avuç toprak serpecektir. Bu, inanılmaz derecede güçlü bir hayaldir. Bir yanda insanların mutlak vefasızlığı, diğer yanda ise rüzgârın cansız olmasına rağmen gösterdiği kadirşinaslık. Bâd-ı sabâ, Divan şiirinde genellikle sevgiliden haber getiren bir postacı, bir müjdeci olarak tasvir edilir. Ancak burada, şairin son ve tek yoldaşı, cenazesini kıldıran son cemaati rolünü üstlenmiştir.
​Necâtî Bey, bu beyitiyle sadece kendi şahsi yalnızlığını değil, aynı zamanda insanın bu dünyadaki garip ve fani yolculuğunu anlatır. İnsan, ne kadar mal-mülk, makam ve dost biriktirirse biriktirsin, kabre tek başına girer. Onu o son yolculukta yalnız bırakmayacak olan, dünyadayken yaptığı ameller ve Rabbi ile kurduğu bağdır. Bu beyit, dünyaya ve içindekilere bel bağlamanın boşluğunu, vefasızlığını ve en hakiki dostun ancak Allah olduğunu hatırlatan ibretli bir nasihattir. Şairin feryadı, aslında her birimizin derûnunda taşıdığı o ebedî yalnızlık hissinin edebi bir dışavurumudur.
​Özet
​Necâtî Bey, bu beyitinde derin bir yalnızlığı ve kimsesizliği dile getirir. Başkalarına, asıl kendi hâline ağlamaları gerektiğini çünkü öldüğünde mezarının başına gelecek kimsenin olmayacağını söyler. Bu yalnızlık o kadar derindir ki, mezarına bir avuç toprak atacak vefalı bir dost olarak insanlardan hiç kimse yoktur; bu vazifeyi sadece “sabah rüzgârı” yerine getirecektir. Beyit, dünyevi dostlukların geçiciliğini, insanın fani hayattaki mutlak yalnızlığını ve vefasızlık temasını dokunaklı bir şekilde işleyen ibretli bir feryattır.

​Üçüncü Beyit: Lâedrî’den Kader ve Tedbir Hakkında
​İktibas
​Osmanlıca Metin:
​اولماينجه تا نوشته فهرس تقدیرده
مطلب و مقصد بولونماز نسخهٔ تدبیرده

​Vezin:
​Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün

​Latin Harfleriyle:
​Olmayınca tâ nüvişte fihris-i takdîrde
Matlab u maksad bulunmaz nüsha-i tedbîrde
​Lâedrî (Söyleyeni Bilinmeyen)

​Günümüz Türkçesiyle Açıklaması:
​Bir insan için herhangi bir şey kendisine ezelde takdir edilmemiş, yani kaderine yazılmamışsa; o insanın amaçladığı ve arzuladığı herhangi bir şeye yalnızca dünyevî tedbirler alarak ulaşması mümkün değildir.

​Makale: Takdir Fihristi ve Tedbir Nüshası
​Şairinin kim olduğu bilinmeyen (Lâedrî) bu hikmet dolu beyit, İslam düşüncesinin en temel ve hassas konularından biri olan kader ve tedbir arasındaki ilişkiyi, son derece veciz ve edebi bir üslupla izah etmektedir. Beyit, insanın iradesi ve çabasının sınırlarını, İlâhî takdirin kuşatıcılığı karşısındaki yerini muazzam bir benzetmeyle ortaya koyar.
​Beyitin ilk mısrası, “Olmayınca tâ nüvişte fihris-i takdîrde”, meselenin temelini oluşturur. Burada “takdir”, Cenâb-ı Hakk’ın ezelî ilmiyle olacak her şeyi bilip Levh-i Mahfuz’da kaydetmesi manasındadır. Şair, bu ezelî kaydı, bir kitabın içindekiler bölümü olan “fihrist”e benzetir. Bir şeyin, bir olayın veya bir neticenin “takdir fihristinde yazılmış” (nüvişte) olması, onun varlık sahasına çıkabilmesinin ön şartıdır. Eğer bir şey, o ezelî planda, o ilâhî programda yer almıyorsa, onun gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu fihrist, kâinatın ve bütün mahlukatın başından sonuna kadar geçireceği bütün maceraların ana planıdır.
​Bu temel üzerine inşa edilen ikinci mısra, insanın bu plandaki yerini belirler: “Matlab u maksad bulunmaz nüsha-i tedbîrde”. İnsanın aldığı önlemler, yaptığı planlar, gösterdiği çaba ve gayretler, “tedbir nüshası” olarak isimlendirilir. Nüsha, asıldan kopya edilmiş suret demektir. Bu durumda, insanın bütün tedbirleri ve planları, ancak ve ancak asıl olan “takdir fihristi”nde bir karşılığı varsa bir “matlab” (talep edilen şey) ve “maksad”a (ulaşılmak istenen hedefe) dönüşebilir. Eğer arzulanan netice, o ilâhî fihristte kayıtlı değilse, insanın yazdığı tedbir nüshası boş bir kâğıttan ibaret kalır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, takdirde olmayan bir şeyi olduramaz.
​Bu beyit, insanı atalete ve tembelliğe sevk eden bir cebir anlayışını değil, Ehl-i Sünnet’in hikmetli kader ve tevekkül anlayışını yansıtır. Zira insana düşen, “tedbir nüshasını” en güzel şekilde yazmaktır. Yani sebeplere sarılmak, çalışmak, gayret etmek, üzerine düşen bütün vazifeleri yerine getirmektir. Bu, kulluğun bir gereğidir. Ancak neticeyi yapacak olanın, o tedbire bir “maksad” ve “matlab” değeri verecek olanın yalnızca Allah olduğunu bilmek, imanın bir gereğidir. Tedbir almak kulun vazifesi, takdir etmek ise Allah’ın şanıdır. Kul, tedbirini alır, sonra takdire rıza gösterir ve Rabbine tevekkül eder.
​Bu beyit, modern insanın her şeyi kendi aklı ve planıyla kontrol edebileceği yönündeki enaniyetine ve kibrine karşı hikmetli bir cevaptır. İnsana haddini bildirir; onun kâinattaki yerinin, büyük bir planın cüz’î bir parçası olduğunu hatırlatır. Tedbirin lüzumunu inkâr etmeden, takdirin mutlak hâkimiyetini tasdik eden bu beyit, dengeli bir hayat ve düşünce için eşsiz bir düsturdur.
​Özet
​Bu Lâedrî beyit, kader ve insan iradesi arasındaki ilişkiyi izah eder. İlâhî takdiri bir kitabın “fihristi”ne, insanın aldığı önlemleri ve çabalarını ise o fihristten yazılan bir “nüsha”ya benzetir. Bir şey, ezelde Allah tarafından “takdir fihristi”ne yazılmamışsa, insanın sadece kendi “tedbir nüshası” ile o arzuya ve gayeye ulaşmasının mümkün olmadığını ifade eder. Beyit, insanı sebeplere sarılmaya (tedbir) teşvik ederken, neticenin Allah’ın takdirine bağlı olduğunu bilerek O’na tevekkül etmenin (takdir) gerekliliğini vurgulayan hikmetli bir düsturdur.


Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
26/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 27th, 2025